Yaşayan Mekânlar
İlker Cihan Biner
Bir estetik pratiğin yapılma biçimiyle oluşan eser arasında doğrudan ilişki bulunur.
Bu konum olmadığı takdirde veya çalışma, temsil yasasıyla hareket ederse ne olur?
Doğa diyebileceğimiz kavrayışın değişimiyle karşı karşıya kalırız. İnsan merkezci, iktidar perspektifiyle yoğrulan tabiat görüşü sınırlı yerlerde demirleyerek üreticilik, duyarlılık, yasa koruyuculuğa indirgenir.
“Doğadan ilham aldım,” “doğanın taklidi,” “doğanın kanunu” gibi tabirler temsili sanat rejimi olarak adlandırılan pozisyondan izler taşır. Teknik, ancak kurallı ilişkiyi baz aldığında çalışma ortaya çıkar. Duyulur, düşünülür olan normatif zeminde vuku bulur. Suretlerin, silüetlerin, nesnelerin sabitlik içerdiği bir düzen de denilebilir.
Oysa estetik pratik temsil içeren kaideleri aşar. Eser, gündelik yaşamın sıradanlığında delikler açmakla beraber, insanla sınırlı kalmayarak insan olmayanları veya canlı/cansız varlıklarla ilişkileri sahnelemeye kadar giderek başsız, tekil, iktidarsız bir konuma yelken açar.
Damla Yalçın’ın “Yaşayan Mekânlar” adlı yerleştirmesinde SCOBY isimli simbiyotik organizma başrolde. Çalışmaya yayılan oluşum aynı zamanda “Symbiotic Colony of Bacteria and Yeast,” Türkçe’de “Bakteri ve Mayanın Semiyotik Kolonisi” mânâsına gelir.
Simbiyotik ilişki, canlılar arası fayda sağlayan bağlantı kurma ağı olmakla beraber spesifik bağlamda bakteri ve mayanın mevcut maddeyi oluşturmak için bir araya gelmesinde de vardır.
Sanatçının bu canlı varlıklarla kurduğu bağlantıda insan-insan olmayanın sınırları bulanıklaşırken, SCOBY ile kurduğu bu yoldaşlığın özellikle altını çizmek gerek. Böyle bir beraberliğin elbette hafızayla bağlantısından bahsetmek şart. Nitekim belleği hesaba kattığımızda çalışma detaylanıyor.
Sanatçının 2001-2013 yılları arası Ankara’da büyüdüğü evinin krokisi, SCOBY oluşturmak için hazırlanmış sıvının olduğu kapların biçimini andırıyor. Bu yapılış tarzında klasik zaman anlayışından kopuş söz konusu. Çünkü geçmişten geleceğe doğru şiddetini kaybetmeyen düz bir çizgi yok. Yalçın’ın zihninde yaşadığı ev tortu halinde. Orayla ilgili tekrarlanan ya da yaşanan sahneler, SCOBY oluşumunda etkili olan deneyin yoğunluğuna etki ediyor. Estetik pratiğin oluşum süreci böylelikle özgün bir deneyimin ağında gelişiyor. Eserin yapılma süreci ve varoluşu arasındaki dolaşıklık, temsil mantığından uzaklaşarak estetik kavrayışın etkileriyle beliriyor.
Damla Yalçın, Yaşayan Mekânlar, 2024.
Fotoğraflar: Nazlı Erdemirel
Öte yandan Gate 27’nin krokisi baz alınarak ahşap konstrüksiyonlarla yapılan bir yerleştirme söz konusu. Mekânda kurulan bu özel enstalasyon üç farklı boyutta biçimleniyor. Bazı duvarlarda Yalçın’a sponsor olan firma ORTA’nın ürettiği kumaşlarla SCOBY yüzeyler dolaşık hâlde perde şekline gelerek yer alıyor. Başka duvara geçildiğinde değişik çaylar ve farklı reçeteler kullanılarak yapılan SCOBY pantoneleri var. Yine eserde yer alan masa üzerinde SCOBY örnekleri ve kullanılan çaylar, deneyime açık biçimde konumlandırılıyor.
Başka bir açıdan eser davet formuna gelerek karşılaştırma yaratıp mekânı alımlayıcıya dönüştürüyor. SCOBY, perdeler, çaylar sadece nesne olmamakla beraber izleyiciye açılarak diyaloglar kuruyor. Biyosanata dair durum dalgası yaratan bu yerleştirme yeni bir etkileşim alanı yaratır hâlde.
Gayatri Spivak, doğa mefhumu için “arzulayamayabileceğimiz o imkânsız şey” demişti. “Yaşayan Mekânlar” söz konusu olduğunda tabiat ne anlama geliyor? SCOBY’lerin dansı, doğada gördüğümüz bir şey mi? Soruya gönderme yaparak tabiat mevzusunun hep “dış” olarak altının çizilmesi insan merkezciliğin yarattığı bir sonuç. Fakat müşterek yer dediğimiz an, tabiatı ortak, üretken alana dönüştürmüş oluruz.
“Yaşayan Mekânlar” bu anlamda doğadan ayrı yerde değil. Fiziksel etkileri var. Üstelik tam da tabiata has ilham aldığı bir ilişkilenme bağı var.
Heraklitos’un cümlesiyle bitirelim: “Doğa gizlenmeyi sever.”